ANASAYFA


Cemil Bayık'tan silah bırakma açıklaması


24 Haziran seçimlerinin sonucu merak edilirken PKK'nin silah bırakmasının koşulları konuşuluyor. Dün Ahmet Türk'ün PKK'nin silah bırakabileceği yönündeki açıklamasından sonra bugün de KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık'tan bu yönde bir açıklama geldi.

Ahval'e konuşan Cemil Bayık, siyasal gelişmeleri değerlendirdi. Muharrem İnce'yi Kılıçtaroğlu ve CHP'den daha cesaretli bir duruşa sahip olduğunu belirten Bayık ile yapılan röportajın ilk bölümü aşağıdadır:

-HDP'nin baraj altında kalması halinde Türkiye siyaseti nasıl bir yola girer?

HDP’nin normal koşullarda baraj altında kalması söz konusu olamaz. Eğer baraj altında bırakılıyorsa bu bir devlet politikası, AKP-MHP faşist iktidarının aldığı karar sonucu kalacaktır. Bu da zaten demokrasi güçlerine bir saldırıyı ifade ediyor. Özellik Türkiye’nin çok farklı toplumsal kesimleri HDP'yi destekliyor. Bu yönüyle bu demokrasi renkliliğini ortadan kaldırmak Türkiye açısından çok rahatsız edici bir durum ortaya çıkaracaktır.


Türkiye'de zaten tek renk yaratılmak isteniyor. HDP'nin baraj altında bırakılması saldırısı Türkiye'nin çok farklı seslerini, toplumsal kesimlerini susturmak, etkisizleştirmek anlamına gelecektir. Bunun da Türkiye'nin geleceği açısından çok olumsuz olduğunu söyleyebiliriz. AKP-MHP iktidarının 300'ü aşan milletvekili çıkarılmasından öte bir olumsuz durum böyle ortaya çıkacaktır. HDP'nin baraj altında kalması durumunda AKP-MHP ittifakının mecliste çoğunluğu sağlayacağı açıktır.
Böylelikle AKP-MHP faşist iktidarının Türkiye'de yürüttüğü baskı ve zor düzenini daha da yaygınlaştırarak öngördükleri sistemi tamamen oturtmaya çalışacaklar. Bu yönüyle zaten olumsuz sonuçları olacak.


Muhalefetten her kesim bunun farkında ancak sorun sadece bundan öte bir durum değil. HDP'nin demokratik siyasetten dışlanması, meclisten atılması Türkiye’nin en dinamik demokrasi güçlerinin etkisizleştirilmesi anlamına gelecektir. Demokratik güçlerin HDP'nin barajı geçmesi için çalıştıklarını ve arzularının bu olduklarını söyleyebiliriz.

Şimdi böyle bir demokrasi dinamiğinin etkisizleştirilmesi sadece Kürtler açısından, sadece Aleviler, sosyalistler açısından değil tüm Türkiye halkları açısından ağır bir darbe olacaktır. Bu açıdan HDP'nin baraj altında kalması Türkiye tarihinde demokrasiye vurulan en büyük darbelerden biri olacaktır.

AKP-MHP iktidarı bu durumda Kürt politikasının onaylandığını düşünecektir. Kürtlerle ittifak içinde olan demokrasi güçlerine baskının onaylanması olarak görecektir. Her tarafa saldırı politikasının onaylandığını düşünecektir. Böylelikle Kürt halkına karşı da demokrasi güçlerine karşı da saldırıları artacaktır. Şimdiye kadar söylenen, şuraya da gireceğiz, buraya da gireceğiz söylemlerini pratikleştirmek için daha fazla cesaret bulacaklar.

Kürtler zaten direniyor, bir savaş içerisinde. Esas olarak da Kürtler dışındaki diğer demokrasi güçlerinin durumu daha da kötü olacaktır. AKP-MHP iktidarı Kürtler dışındaki diğer demokrasi güçlere teslim olmayı dayatacaktır.


Türkiye’de sonu ne olduğu belli olmayan maceracı bir faşist dönem görülecektir.
Bu faşist baskı dönemi AKP-MHP faşist iktidarının sonunu da getirebilir. Çünkü bu baskıların Türkiye koşullarında sonuç alması o kadar kolay değildir. Türkiye artık elli yıl önceki Türkiye değildir. Kürt halkı da eski Kürtler değildir. Aleviler de, demokrasi güçleri de eski durumda değildir.

Mutlaka AKP-MHP iktidarına karşı direniş olur. Eğer AKP-MHP iktidarı bu saldırılarından sonuç alamazsa kırılma yaşayarak Türkiye'nin demokratikleşmesinin önü açılabilir. Her işte bir hayır vardır derler. Böyle bir durumda HDP etrafında oluşmuş demokrasi ittifakı seçim sonrasında da AKP-MHP faşizmine karşı süreklileşen bir mücadele içine girebilir. Bu da Türkiye için hayırlı sonuçlar yaratabilir.

- CHP cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin Kürt sorununa bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Mevcut partiler bu sorunu çözecek vizyona sahip mi?

CHP adayı Muharrem İnce’nin Kürt sorununda söyledikleri Kılıçdaroğlu’dan ve CHP’nin şimdiye kadar söylediklerinden daha cesaretli bir duruşu ifade ediyor. Muharrem İnce’nin 2. turda seçimi kazanmak için böyle bir tutum takınması anlaşılır bir durumdur.


Ancak Muharrem İnce, Amed’te yaptığı konuşmada 'onlar oy almak için Kürt sorunundan söz ettiler biz ise çözmek için söz ediyoruz', değerlendirmesinde bulundu. Şimdiden samimidir ya da değildir biçiminde bir şey söylemek istemiyoruz. Erdoğan Amed’te Kürt sorunu yok derken Muharrem İnce “Kürt sorunu var” dedi. Bu olumlu bir yaklaşım.

Türkiye'de Kürt sorununun çözümünü isteyen bir toplumsal eğilim var. Bundan beş altı yıl önce yapılan anketler %70-80 çözüm istiyordu. Yöneticiler şovenist yaklaşımlar göstermezlerse, hazırlanırsa toplum Kürt sorununun çözümüne kapalı değil. Kapalı olan devlettir, siyasal partilerdir, Kürt karşıtı şovenist çevrelerdir.

Yönetimler uygun bir yaklaşım gösterseler toplum bu sorunun çözümüne destek olur. Ancak şu açıktır, Türkiye'de bir tunç kanunu var. Zaten devlet siyasal partilere Kürt sorunu gibi temel konularda politika üretmeyi yasaklamıştır.

Başka alanlara karışabilirsiniz ama bu konulara karışamazsınız biçiminde bir gelenekse devlet anlayışı var. Bu açıdan siyasal partilerin Kürt sorunu söz konusu olduğunda böyle bir zihniyete sahipler mi en başta da böyle bir şeye cesaret edecekler mi, bu tabi kuşkulu bir durumdur.
Devlet Kürt sorunundan söz edildi mi müdahale ediyor. Büyük bir basınç uygulayarak geri adım attırıyor. Bu bakımdan seçim döneminde ya da iktidarda olunmadığı zaman söylenen söylemlerin pratikleşebileceği konusunda tabi ki kuşkularımız var. Kuşkularımız da yersiz değil. Bunun pratikleri var. Kaldı ki şu andaki mevcut CHP yönetiminin böyle bir vizyonu yok.


Bir kişi Kürt sorununun çözümünü de isteyebilir, kişi gerçekten iyi niyetli de olabilir. Ama bir kişiyle olmuyor. Partilerin, özellikle CHP’nin Kürt sorununu çözme iradesi ortaya koyması gerekiyor. Bu irade görülmüyor. Erdoğan dışında yeni cumhurbaşkanı seçildiğinde ya da muhalefet gerçekten mecliste çoğunluğa sahip olduğunda ne tutum ortaya koyacak buna bakmamız lazım.

Bu açıdan şimdiden hemen olumsuz bir şey söylemek istemiyoruz. Çünkü bizim görevimiz çözümü teşvik etmektir. Biraz yumuşak yaklaşım varsa, olumlu söylem varsa bunu bugünden farklı değerlendirmek istemiyoruz. Derler ya, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Kürtlerin böyle yaklaşması anlaşılır bir durumdur.

- Silahlı mücadele döneminin artık kapanması gerektiği belirtiliyor, bu hangi koşullarda ve hangi zaman dilimi içinde mümkün olabilir?

Kuşkusuz bizim hareket olarak isteğimiz Kürt sorununun demokratik siyasal yollardan çözülmesidir. Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde çözülmesidir. Demokratikleşmeyen bir Türkiye Kürt sorununu çözemez. Bunun altını çizmek istiyoruz.

Dünyanın başka bir yerinde istenilen düzeyde demokratikleşme olmadan da sorunlar çözülebilir. Ama Türkiye'de demokratikleşmeden sorunlar çözülemez. Çünkü Türkiye'de Kürt’ü bitirmeyi amaçlayan bir zihniyet var. Bu zihniyet de ancak demokratikleşmeyle değişir. Bu açıdan biz Kürt sorununun çözümüyle Türkiye'nin demokratikleşmesini iç içe olarak görüyoruz. Tercihimiz de hep Türkiye'nin demokratikleşmesinden yana kullanıyoruz.


Silahların devreden çıkarılması ve Kürt sorununun çözümü Türk devletinin inkârcı ve soykırımcı politikalarından vazgeçmesiyle sağlanır. Kürt sorunu şöyle bir sorun değil, taleplerin azlığı çokluğu sorunu değil. Sorun, Kürt'ün inkâr edilerek yok edilmek istenmesi, soykırıma uğratılmak istenmesidir.

Eğer gerçek anlamda inkâr kalkarsa o zaman Kürt’ün varlık yokluk sorunu kalmayacağı için Kürt sorunu taleplerin azlığı çokluğu sorunu haline gelir ki o zaman bu tür sorunların ele alınması ve çözülmesi de kolaylaşır. Ama Kürtlerin varlık sorununun ortadan kaldırılması gerekiyor. Kürtleri yok etme politikasının olmaması gerekiyor.

Türkiye'de hala var olan politika Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilmektir. Zaman zaman dillendirilen 'biz inkârı kaldırdık' ifadeleri tamamen demagojidir. Kürt demekle Kürt'ün varlığı kabul edilmiş olmuyor.

Biliniyor ki defalarca çatışmasızlık yapıldı. Sorunun silahlı yollardan değil, demokratik yollardan çözüm iradesi ortaya konuldu. Ama bunlara güven verici bir yaklaşım gösterilemedi. Örneğin; Dolmabahçe Mutabakatı vardı, aslında orada bir Türkiye'nin demokratikleşme çerçevesi vardı. Ama çok makul mutabakat da yok sayıldı. Bu durumda Kürt halkından, Kürt Özgürlük Hareketi’nden silahları bırakmasını beklemek demek doğru ve anlaşılır değildir.


Bir halkın varlık sorunu pazarlık konusu olamaz. Bunu pazarlık konusu yapan Türk devletidir. Kürtlerin durumu ortadayken silahın varlığı koşullarında sorun çözülmez demek doğru bir yaklaşım ve doğru bir mantık değildir.

Kürtler kaygı yaşıyor. O zaman bu kaygının giderilmesi gerekiyor. Kürt gerçeği dikkate alındığında kaygılarla korkularla siyaset yapılamaz demek çok anlamlı değildir. Bunu derken sorunu zorla, silahla çözeceğiz, vuracağız, kıracağız, Kayseri’ye, Yozgat’a kadar gideceğiz yaklaşımı göstermiyoruz.

Biz Kürt sorununda makul yaklaşımlar gösteriyoruz. Makul yaklaşım göstermeye de devam edeceğiz. Bu temelde bir çözüm ve Kürt halkının varlığını sürdürme sorunu ortadan kalktığında, soykırım politikasının bırakıldığı bir ortamda, Kürdistan Türk uluslaşmasının yayılma alanı ve Kürler Türkleşmenin hammaddesi olarak görülmezse, böyle bir siyasal ve toplumsal ortamda silahlı mücadele anlamlı olmaktan çıkar.

Kaldı ki bu tür sorunlar niyet sorunlarıdır. Niyet olduktan sonra silah sorunu kolay çözülür. Kuşkusuz çözümün ve silahlı mücadelenin anlamsızlaşmasının aşamaları olur. Bu konuda yol haritaları yapılır ve o yol haritalarının aşamaları adım adım yerine getirilip Kürt sorununun demokratikleşme temelinde çözümü sağlanır. Ama bu geçmişte olduğu gibi uzun zaman yayılan ve oyalama olan bir yaklaşımla gerçekleştirilemez.


Şu anda bizim çatışmasızlık ya da silahların devreden çıkarılması gibi bir gündemimiz söz konusu değildir. Şu anda Türk devleti, Türkiye'deki siyasi aktörler Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezmek, soykırım politikalarıyla Kürt'ü bitirmek istiyor. Böyle bir ortamda bizim çatışmasızlık konumuna geçmeyi bile tartışmamız bile düşünülemez. Bizim için bu dönemde bu saldırılara karşı daha fazla direnme ve direnişi sonuna kadar götürme söz konusudur. Şu anda bizim gündemimiz esas olarak bu doğrultudadır.

-Uzun yıllardır Türkiye dışındasınız. Bu Türkiye gerçeğini doğru değerlendirmenizi etkilemiyor mu? Türkiye'nin içine girmekte olduğu derin ve ağır ekonomik kriz de var...

Doğrudur, hareketimizin yönetimi uzun yıllardır Kürdistan dağlarındadır. Ama sorunuz gerçekten de dikkat çekici bir soru. Herhalde bu yönlü kuşkular var. Eğer PKK bugüne kadar varlığını sürdürmüşse, on yıllardır mücadele ediyorsa, bütün saldırılara rağmen ayakta kalıyorsa bunun en önemli nedeni Türk devlet gerçeğini tanımasıdır,

Türk toplum gerçeğini tanımasıdır. Bu devlet üzerine yoğunlaşıyoruz, Türkiye toplumu üzerine yoğunlaşıyoruz. Türk devleti de bu savaş içinde bizi tanıdı. Aslında Türk devleti de PKK gerçeğini, Kürt toplumunu tanıdı. Çünkü savaşıyor, savaşması için yoğunlaşması gerekiyor.


Anlaması gerekiyor, tanıması gerekiyor. Kaybetmemek için böyle yapmak zorunda. Böyle bir mücadele içindeyiz Türk devletiyle. Bir birimizin ne düşündüğünü, aklından ne geçtiğini bile neredeyse anlamaya çalışıyoruz. Böyle bir yoğunlaşma içerisindeyiz. Hangi sözü ne için söyledi, hangi adımı ne için attı; bunlar üzerine yoğunlaşıyoruz.

Türkiye'de ne var da biz neyi görmüyoruz? Demokratikleşme var da bunu mu görmüyoruz? Türkiye'de demokratik adım atıldı da biz teşvik mi etmedik? Bu yönüyle Türkiye tabii eski Türkiye değil. Bu açık. Yani kapitalizm de girmiş, toplumsal farklılaşmalar tabi daha da artmış.

Bunlar bir yönüyle demokratikleşme açısından olumlu zemin olurken, diğer yönden de iktidarın bir çok aracı kullanarak toplum üzerinde hegemonyasını kapsamlaştırmasına ve derinleştirmesine imkan veriyor. İktidar totaliter hale gelmiş. Neredeyse beyinlere hakim olacak bir iktidar anlayışı var.
AKP sanki sorunu çözecekmiş gibi bir beklenti toplumda oluştu. Bizim böyle bir yaklaşımımız yoktu ama demek ki biz de tutumumuzla, duruşumuzla, yaklaşımımızla toplumun böyle bir beklenti içine girmesine zemin olmuşuz.

Eğer bir tanımama durumundan söz edilecekse bu yönlü bir eleştiri getirilebilir. AKP savaşa hazırlanırken biz bu durumu seyretmeyecektik. Dolmabahçe Mutabakatının reddedilmesi, 5 Nisan 2015’ten beri Önderliğin üzerinde ağır tecrit uygulanması, 7 Haziran seçim sonuçlarını yok saymaları AKP ve Türk devlet gerçeğini ortaya koyan gerçekliklerdir.


Türkiye'nin seçimlerden sonra ciddi bir ekonomik krize gireceği doğrudur. Ekonomik alanda da demokratik zihniyet olmadığı için, tamamen Erdoğan'ın, AKP'nin keyfi, kendi çıkarları doğrultusunda bir ekonomik yaklaşım gösterildiği için ekonomik böyle ciddi bir kriz durumuna girdi. Savaş politikası, içerde ve dışarıda herkesle gerilim politikası ekonomik durumu bu noktaya getirdi. Biz şöyle düşünüyoruz; bütün sorunların çözümü demokratikleşmeyle olur.

Güya Kürdistan'da bir orta sınıf yaratılarak bunlar üzerinden Kürtleri kontrol etme projesi ya da yaklaşımı vardı. Bu durum zaten bu projeyi de, öngörüyü de çökertir. Kaldı ki Kürdistan'da öyle çok ciddi bir orta sınıf yok. Orta sınıf var ama Kürt toplumunun çoğunluğu yoksuldur.

Yoksul halktır. Kaldı ki Kürt orta sınıfı denen kesim de aslında Türkiye'nin Kürt politikalarından rahatsızdır. Kürdistan'da orta sınıf denen insanların çoğu açısından da Kürt sorunun çözümü öncelikleridir. Çünkü onlar da Kürt sorunu çözülmeden ekonomik, toplumsal ve kültürel istikrarın olmayacağını, rahat yüzü görmeyeceklerini biliyorlar.

- Abdullah Öcalan’dan her hangi bir haber alabiliyor musunuz? Afrin'den çekilme konusunda kendisinin öneri ya da telkini oldu mu?

Şunu söyleyebiliriz, Önderliğimizden 2016 Eylülünden bu yana hiçbir haber alamıyoruz. Önder APO'nun Efrîn'deki çekilme konusunda her hangi bir öneri ya da telkini olması söz konusu olamaz. Sadece kaynağı güvenilir olmayan bir yerden nasıl olduysa bir haber geldi. Zaman zaman bu tür yönlendirme haberler geliyor. Kaynağı belli olmayan yerden İmralı’da Efrîn’den dolayı Önderliğe baskı yapıldığı biçiminde bir bilgi geldi, üzerinde baskı olduğu, bazı ihtiyaçlarının kısıtlandığı, yani Önder APO devletin dediklerine boyun eğmediği için, devletin baskılarına maruz kaldığı ve bazı ihtiyaçlarının kısıtlandığı noktasında bir bilgi geldi.

Bunu da arkadaşımız AKP iktidarına bir uyarı için basına yansıttı. Bu süreç de Efrîn'deki işgal süreciydi. Şimdi anlıyoruz ki bazıları Efrîn'deki bu direniş üzerinden Önderliği ve hareketimizi yıpratmak için asılsız haberler yaymışlardır.

Bir kere şunu vurgulayalım, Rojava'daki, Efrin’deki ya da Suriye'deki herhangi bir örgütlenmenin, YPG’nin, PYD’nin bizimle herhangi bir organik bağı yoktur. Biz Efrin’deki geri çekilmeyi ve bu temelde oluşan işgali kabul etmedik, eleştirdik. Bunu herhangi bir organik bağı olduğumuzdan değil, çizgimizden kabul etmedik..

TOP-LEFT ADS

Kürt haber sitesi ZERnews, Kürtler ve Kürdistan ile ilgili haberler yapar. Kürt haber ajansları, siteleri haberleri... Diyarbakır, Erbil, Qamişlo, Rojava, Kürdistan Bölgesi, Irak, İran, Suriye, Türkiye ve tüm Ortadoğu haberleri ZERnews'te yayınlanır. DSG, ÖSO, Suriye rejimi, Şii Milisler, IŞİD / DAEŞ, Haşdi Şabi, Irak ordusu, TSK, PKK, YPG, YPJ, Peşmerge, Muhalifler... Basra, İdlib, Kerkük, Afrin, Deyrezzor, Şengal, Sincar, Şam, Ankara, Tahran, Bağdat ve Hewler... Mesut Barzani, Selahattin Demirtaş, Abdullah Öcalan, Celal Talabani, Neçirvan Barzani, Kubat Talabani...