İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Doç. Dr. Hakan Güneş, ABD, İngiltere ve Fransa’nın Suriye saldırısının bundan sonraki yansıması ve Rusya’nın tutumu ile Türkiye’nin politikası hakkında Mezopotamya Ajansı’ndan Yasin Kobulan'un sorularını yanıtladı.
Söyleşinin tamamı:
ABD, İngiltere, Fransa’nın Suriye saldırısını “göstermelik”, “sınırlı” ve “danışıklı” olarak değerlendirenler var. Siz nasıl bakıyorsunuz ve yeni bir saldırı olasılığı var mı?
Saldırının “göstermelik” ve “danışıklı dövüş” niteliğinde değerlendiren yazar ve araştırmacılar oldu. Ben bunu daha büyük bir saldırı zincirinin halkası olarak görüyorum. Bu saldırının devam edeceğini düşünüyorum. Buna dair nedenlerim var.
Nedir bunlar?
Bundan bir yıl önce ABD’nin Şayrat Hava Üssü’ne yaptığı saldırının göstermelik olduğunu ben de ileri sürdüm. Çünkü Trump iç politikada ne zaman sıkışsa, dışarıya, Rusya ile çok sert olmayacak bir saldırı hamlesi yapıyordu. O zaman ben de böyle bir yorum yaptım. Ama şimdi yeni bir şey var ve o nedenle devam edeceğini söylüyorum. O şey şu; ABD ile Rusya’nın 2015 Eylül’ünden itibaren, Obama döneminin sonundan itibaren, Rusya’nın hava harekatına başlaması ile birlikte bir tür zımni anlaşma vardı. Bu da Suriye’de bir güç paylaşımını gerektiriyordu. Fakat bu güç paylaşımı konusunda Şam, Rusya ve İran ölçüyü biraz kaçırmış görünüyor ABD açısından. ABD, Şam’ın bu kadar hakim olmasını istemiyor. Şam henüz ülkenin tamamına hakim olmuş değil ama önemli bir noktaya doğru ilerliyor. Dolayısıyla bundan sonra saldırı beklentim tamda bu nedenle. Yani kurucu bir hamle yapamayacak olsa bile bozucu hamleleri kolayca yapabilir. Bu da düzenli olarak bazen kimyasalı, bazen başka bir şeyi bahane ederek saldırı yapmak şeklinde olacak. Bunlarda Suriye’nin askeri gücünü ve askeri endüstrisini zayıflatacak saldırılardır.
İsrail ve lobisinin özel bir ısrarı var. Bu da bölgede İsrail’le uyumlu olmayan her hangi bir rejimin parçalanması, bölünmesi, güç kaybetmesi, iç sorunlarla uğraşması stratejisidir ki bu açıdan da toparlanacak bir Suriye rejimi istenmez. Bu da ikinci bir faktördür. İran ve Hizbullah’ın güç kazanması İsrail açısından kabul edilecek bir durum değil.
Fransa ve İran’ın rolünü nasıl görüyorsunuz?
Fransa’nın İran hedefleri konusunda biraz hassasiyet taşıdığını görüyoruz. İran kaynakları saldırıdan hemen önce Fransa’nın Hizbullah ve İran hedeflerine yönelik saldırıları engellediğini ima etti. Obama’nın nükleer anlaşması sonrası Fransa İran’dan en çok kontrat alan ülke oldu. Şimdi onun etkilerini görüyoruz. İran’ı doğrudan karşısına almak istemeden ama esas itibari ile ABD ve İngiltere’nin temel fikrini paylaşıyor. Yani, İsrail lobisinin temel fikrini paylaşıyor. Güçlü bir Suriye istemiyor. Bu bakımdan her ne kadar Trump’ın Rusya’yı direk karşısına almak istemediği, Çin’i öncelikli düşman yapmak istediğini bilsek de bu tür hamleleri göstermelik yaptığını biliyoruz ama bunun göstermelik kısmının ötesinde bir gerçekliğini olduğunu, ABD’de Trump’a yönelik “Rusya ile anlaştın. Seni görevden azledebiliriz” baskısı olmasa bile bu kadar İran ve Rusya etkisine Trump’ında müsaade etmeyeceğini tahmin etmek çok zor değil.
Efrin saldırı sonrası ABD başta olmak üzere bölgedeki devletlerin politikasında bir değişiklik oldu mu?
Afrin operasyonu sonrası ABD’nin sahadaki iki önemli gücünden birisi Dera’daki Ürdün ve Suudi Arabistan ile eş güdümlü sahadır. Yani El Nusra ve IŞİD haricindeki cihatçıların bulunduğu sahadır. Bir diğeri de Kuzey’deki SDG. SDG ile ilişkisini de uzun süre bu tonda sürdüremeyeceği gerçekliği çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla bu gerçeklikte Afrin ile birlikte gördük ki SDG’li müttefiklerini sahada savunmaması, Membiç’i pazarlık konusu yapması gibi Türkiye’nin yeniden anlaşma tekliflerine kapalı olmaması gibi gelişmeler Suriye’deki dengeyi SDG dışı araçlarla da tahkim etmesi gerektiğine işaret ediyor. SDG dışı araçlar dediğimizde de aklımıza güneydeki koalisyon, Dera hattındaki koalisyon geliyor. Üçüncü olarak da doğrudan kendi askeri hareketleri. Şimdi sahadaki askeri gücünü azaltacağına göre, böyle bir eğilim hala devam ediyor. Bu da vur-kaç ya da kısa süreli belirli hedeflere yönelik kısa süreli askeri saldırıları gerektirir ki, şimdi çok düşük düzeyli bir şey gördük. Doğru, ben bunun devam edeceği kanaatindeyim. Ta ki Cenevre benzeri bir noktaya ABD, AB ülkeleri, bölge üzerinde etkisi olabilecek önemli güçlerin, Rusya, İran Türkiye’nin masa üzerinde belirli bir paylaşıma yaklaşmaları durumunda ancak azalabilir saldırılar. Şu anda bu noktaya oldukça uzağız. Bu saldırılar zincirinin değişik biçimlerde ya tek başına İsrail tarafından ABD icazeti ile yahut ABD, İngiltere, Fransa tarafından saldırı zincirinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Eğer ABD ve Rusya Suriye’yi bölüşme konusunda anlaşmazsa.
Hedef alanın noktaların daha önce boşaltıldığı ya da çok kırsal bölgeler olduğu iddia edildi. Seçilmiş hedefler konusunda ne düşünüyorsunuz?
2015 Ekim’inde, esasen İdlib ve Dera’nın ABD nüfuzunda olduğu, IŞİD’ten boşalacak yerlerin, ABD’nin desteklediği güçler tarafından doldurulacağı şeklinde bir anlaşma vardı.
Göstermelik olması bununla ilgili. Çok kapsamlı bir zayiat vererek, Rusya ile olan dengeyi daha fazla bozmak veya başka bir zafiyete neden olup, öngörülemeyecek şekilde "rejimin" yıkılmasına sebebiyet verecek kadar ileri gitmek istemiyorlar. Dolayısıyla Almanya’nın geri durması, Fransa’nın İran konusundaki hassasiyeti, birçok faktör bir araya geldiğinde, bu aşamada Suriye yönetiminin meşrutiyetini zayıflatacak bir kampanya yaptılar. Ama bununla sınırlı kalmayacaklar. “Neden sınırlı oldu?” sorusunun yanıtı şu aşamada daha sert bir vuruş yapmanın riskleri, artı Rusya ile olan daha kopmamış bağlardır. Hala Rusya ile aslında bir anlaşmaları var. Halep bunun içinde mi, dışında mı konusunda karar vermemiş. 2015 Ekim’inde, esasen İdlib ve Dera’nın ABD nüfuzunda olduğu, IŞİD’ten boşalacak yerlerin, ABD’nin desteklediği güçler tarafından doldurulacağı şeklinde bir anlaşma vardı.
Söz ettiğiniz anlaşmayı biraz açar mısınız?
Yazılı bir anlaşma değil. 2015 Ekim’inde Rus hava harekatının başladığı günden beri, Jonh Kerry ve Lavrov ayda bir defa basın önüne çıkıp, “Prensipteki anlaşmamız devam ediyor” cümlesini eğer on defa tekrarladılarsa bu gerçekten bir anlaşma olduğunu gösteriyor. Ve bunun üzerine bir Cenevre inşa edildi. Fakat anlaşmazlık konuları da az değildi. Zaman içerisinde ABD’nin eğit-donat vb. programlarının işlememesi ve sonunda SDG’ye mecbur kalması gibi, onunda tam sürdürülemeyen bir politika olması, ne Türkiye’den vazgeçebiliyor, ne SDG’siz iş yapabiliyor. Bu denklemler içerisindeki sıkışmışlıkları nedeniyle İran, Rusya ve Şam tarafı elini arttırdı. Bütün bunlar Rusya, İran ve Suriye’nin elini güçlendiren gelişmeler oldu. Burada ABD bir şey yapamadı ama rahatsızlığını da ifade ediyor. Bu nedenler göstermeliğin ötesinde şeyler geliyor. Göstermelik olanın bile sahada bir etkisi var. Sanki IŞİD denen bir şey olmadı. Yine “katil Esad”, “Onunla işbirliği yapan hayvan rejimler” gibi kavramlar çıktı. Esad’da IŞİD yaşanmamış gibi davranmaya başladı. Burada zor bir denklem var.
Bu denklemi Kürtler ile Şam’ın anlaşması çözebilir mi?
Kürtler ile Şam anlaşmazsa bu oyun daha çok devam eder. Bu denge daha çok gidip gelir. Ama Afrin’de gördük ki anlaşmaya hem yakın hem uzaklar. Henüz o sorun. Bu sadece iki aktörü ilgilendirmiyor. İki aktör istese bile kolay bir iş değil. Ama bundan başka da bir seçenek yok. Çünkü Suriye’deki dengelerin üçayağı var. İslamcı muhalefet, Kürtler ve Suriye yönetimi. Bunlardan en az ikisinin çalışması lazım ki minimum bir şey sağlansın. Yönetimin, İslamcılarla Türkiye üzerinden yahut ABD’nin temsil ettiği Suudi Arabistan, Ürdün üzerinden bir ilişki kurması hiç kolay görünmüyor. Tam tersine ilişkiler daha gergin. Buna karşılık bir birinden insan öldürmemek çok büyük bir avantaj. Kürtler ve yönetim aslında cephe ortaklığı yaptılar ama bunu hukukileştiremediler. Onlar hukukileştirirse bunun bir geleceği var. Diğerinin bir geleceği çok zorlama olur. Çünkü sahada artık kimin haklı olup olmadığının da bir önemi yok. Çok insan öldü iki taraftan da. Onun için bir barış sağlansa da kalıcı olması çok zor. Böyle bir durum var.
Saldırı sonrası Rusya’nın "koruyucu rolü yara aldı" iddiasında bulunanlar var. Siz neler söyleyebilirsiniz?
Hayır, diyemeyiz. Çok çocukça bir beklenti olur. Bu saldırıyı bu kadar sınırlı ve “göstermelik” hale getirmenin başarısı bir yere yazılacaksa bu Rusya’ya aittir. Burada Rusya’nın aslında iyi-kötü bir sınırlayıcı rolü olduğunu düşünüyorum. Ama bunun bir sınırı var. ABD gerçekten yıkmak isterse Rusya bunu engelleyemez. Bu imkansız. Rusya böyle bir cesarete, kapasiteye ekonomik, siyasi ve askeri olarak yakın değil. Belki askeri olarak biraz yakın ama ekonomik ve siyasi olarak Rusya bu yükü kaldırabilecek durumda değil. ABD, Rusya’ya dönük yaptırım paketlerini durdu. Bu ne demek, bir tür anlaşma devam ediyor demek. Çünkü bir üst seviyeye gidilebilirdi.
Suriye yönetiminde belirsizlik hakim, Rusların Kürtlerle ilişkileri ne durumda olduğunu veya nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şam yönetimi özellikle Kürtlerin varlığı ve etki sahaları konusunda Arap milliyetçiliğinin sınırlarını aşmakta zorlanıyorlar. Orada bir ideolojik katılık var. Buda Rusya’yı özellikle zorluyor. İran, sahası sınırlandırılmış bir Kürt etnisitesini kısmen tanımaya yatkın.
Rusya Batı’yı sınırlandırıyor ama bu sınırlandırmanın bir sınırı var. Çok da sert bir mukabele yapamaz. Rusya Kürtlerle diyalog sürdürme konusundaki ısrarı, teklifkarlığı, buradan hareket edersek, Şam yönetimi ve İran’a göre aslında Suriye’deki nüfuz sahaları formülüne daha yatkın. İran ve Şam’ı her konuda ikna ettiğini söyleyemeyiz. Bu konuda Rusya aslında pazarlığa daha açık. Görüldüğü üzere Türkiye ile olağanüstü büyük projelere imza atıyor, Suudi Arabistan ile büyük projelere imza atıyor ama yönetimin arkasında askeri olarak kuvvetli şekilde durabiliyor. Bu Rusya… İsrail ile de ilişkilerini sürdürüyor ama Esad ile de kaderini birleştirmiş durumda. Bütün bunlar Rusya’yı daha pazarlığa açık, dengeli bir aktör haline getiriyor. Burada esneklik payı daha düşük olan Şam yönetimi. Şam yönetimi özellikle Kürtlerin varlığı ve etki sahaları konusunda Arap milliyetçiliğinin sınırlarını aşmakta zorlanıyorlar. Orada bir ideolojik katılık var. Buda Rusya’yı özellikle zorluyor. İran, sahası sınırlandırılmış bir Kürt etnisitesini kısmen tanımaya yatkın. Çünkü Türkiye üzerinde bir basınç oluşturmasını da istiyor gibi görünüyor. En azından buna o kadar karşı değil. Ancak Rusya prestijini koruyor daha.
Türkiye’nin politikasına gelirsek…
Türkiye yönetimi bir yandan Rusya ile iş yaparken bir yandan da Esad karşıtlığını yükseltmenin işe yarayacağını düşünüyor. Çünkü Batı’da bu formülü almak isteyen epeyce aktör var. Türkiye ısrarla bu politikanın işe yarayacağı inancında. Bunu teklif ediyor ABD’ye, İngiltere ve Fransa ile diğerlerine “Bu bölgede Sünni Müslümanların hamisi olarak ve sizin bu bölgedeki planlarını uygulayacak müttefikiniz olarak Türkiye’yi seçmeniz durumunda sizinle mükemmel uyumlu çalışabilirim. Ama SDG’yi ve başka aktörleri tercih etmeyin. Rusya ile de benim bir dengem var, onlarda eğer bu sahada muhalif Sünni sahanın bir hamisi olacaksa beni tercih ediyor” diyor. Dolayısıyla bu Türkiye’nin elini çok güçlendiriyor. Türkiye giderek daha güçlü pazarlık yapabilecek bir konuma geliyor. Bu nasıl sonuçlanır, sadece Suriye ile ilgili değil, daha başka. Türkiye’deki yönetim ile Batılı merkezlerin arasında ki uyumsuzluklarla çok daha ilgili bir konu. Ankara’nın lehine sonuçlanması için daha fazla olasılık beliriyor Afrin ve devamında. Bu bakımdan Afrin’de farklı gelişmeler olur mu, derseniz radikal bir değişiklik beklemiyorum. Afrin’in Azez’den farkı bu sahanın çok büyük bir bölümünün Kürtlerden oluşması. Dolayısıyla burada düzeni sağlamak ve kabul edilebilir bir yönetim oluşturmak çok zor Türkiye açısından. Ancak geniş kesimlerin rızasına dayanmayan bir yerel yönetim orada kurulabilir ki, buda orada güvenliği ve refahı sağlayamaz. Dolayısıyla Türkiye kendi Kürt sorununun sahasını genişletmiş olur Afrin’i elinde tutmak suretiyle. Öte yandan hem Rusya ile hem Batı ile olan ilişkilerinde pazarlık gücünü arttıran bir tutulma noktası olduğunu söyleyebiliriz.
Rusya nasıl bir Türkiye istiyor?
Gerek Rus, gerek Türk taraflarının açıklamaları yeterince durumu yansıtıyor. Belirli bir işbirliği içinde olduklarını ama her konuda anlaşamamış olduklarını da herkesçe bilindiğini söylediler. Belli konularda işbirliği yapıyorlar, Suriye savaşında iki gücün ayrı taraflarda olduğu dönemlerde de bu ilişki vardı, Astana’da partner olduklarında da var. Türkiye’deki bu ilişkinin karakterine ilişkin Macron’unda belki yanıldığı nokta şu; Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkisi Rusya’nın kanatlarının altına girmiş bir Türkiye değildir. Türkiye, Rusya’ya onun en fazla bekleyeceği şey olan, daha fazlası mümkün değil, Batı ile Rusya arasındaki gerilimlerde tarafsız konumda kalmak. Sovyet politikası da buydu. Sovyetlerde Türkiye’nin Sovyetlere geçmeyeceğini biliyordu ama daha dengeli siyasete geçmelerini beklediler 1945’ten sonra. Bu hala devam ediyor. Şu an Putin yönetiminin bütün arzusu NATO’dan çıkmayacaksa bile NATO’nun her politikasına katılan, özellikle Karadeniz güvenlik politikaları çerçevesinde, Batı’nın piyonu gibi davranmayan bir Türkiye istiyor. Bu noktaya da yaklaştılar. Bu noktada Türkiye ile Rusya’nın daha uyumlu bir hale geldiğini biliyoruz. Buda Rus dış politikası açısından önemli bir kazanım. Türkiye açısından önemli kazanımlar var; hem ekonomik hem de Batı ile her sorun yaşadıklarında, geçmiş yıllarda olduğu gibi dönüp “çaresiz değilim. Rusya var, Çin var ve İslam dünyası var” diyebileceği bir sahaya çekilebiliyor. Bu iki tarafında kendi açılarından göreceli olarak kazançları olan bir politika.
Saldırıda Türkiye’ye "tarafını belirle" mesajı var mı?
Daha fazla zorluyor. Fakat taraflar henüz oturmadığı için öncelikle bu Nusra meselesi çözülmesi lazım. Türkiye zaman kazanmaya ve gücünü arttırmaya çalışıyor. ABD ve Rusya arasındaki boşluklardan yararlanmak suretiyle bir zemin ilerletiyor. Bu da zaman kazanma sürecini ilerlettiğini gösteriyor. Ama sonuç olarak bunun bir sınırı var. Türkiye’yi bir tercihe itiyor. Türkiye bugüne kadar bölgedeki varlığını, özellikle İran’daki devrimden sonra bu güçlü ordu dediğimiz şey esasen bir NATO armağanıdır. Bizim üniversitelerimizin yüksek teknolojik buluşları ile geliştirmiş olduğu silah sistemi falan değil. Bu NATO gücü hem siyasal, hem iktisadi hem de askeri destek neticesinde elde edilmiş olan bu güç artık bir tehdit altında. Çünkü bir yandan da Batı ile uyumlu politikalar sürdürebilen bir hükümet yok ya da Batı ile sorunlar katlanarak devam ediyor. Bu da Türkiye’yi bir tercihe zorlayacak, Batı mı Rusya’mı konusunda.
Bir ara konum olabilir mi?
Türkiye NATO’nun her dediğini yapan bir ülke ile Rusya’nın himayesine girmiş bir ülke seçenekleri arasında kalmayacak. Bu daha çok konsolide edilmiş bir ara konum olabilir. Bunun da kendine göre kazançları ve riskleri var. Bunu çok iyi düşünüp, sadece askeri olarak değil, ekonomik olarak da sürdürebilir bir politika haline getirmek lazım. Ben öyle bir stratejik akıl görmüyorum. Şu anda zaman kazanma ve taraflar arasında birini diğerine karşı bir ağırlık merkezi olarak kullanma siyaseti görüyorum. Oturmuş bir akıl yok.
Daha çok zikzaklar var. Bu zikzakların sonuna geliyoruz. Türkiye zikzaklarla bir güç kazanma yoluna girmiştir ama aynı zamanda sonuna gelinmiş bir politikadır.
Rusya ile ABD’nin anlaşma ihtimali nedir?
Suriye’deki Hama, Humus ve Lazkiye’yi kontrol altına aldığı sürece Rusya’nın Suriye’yi paylaşmak ve paylaşılan bir tarafın Türkiye tarafından doldurulmasına stratejik bir tepki göstereceğini düşünmüyorum. Rusya parça ile gidiyor. Zaten kapasitesi de bu. Kriz yönetme politikası bu. Her yerde de bunu yapıyor. Ukrayna’yı bile paylaşmış yani. Rusya içinde güvenilmez bir aktör olduğunu da görüyoruz. Rus basını ABD saldırısını birinci sayfasından gördü. “Türkiye, ABD-Fransa ve İngiltere ile birlikte” şeklinde. Burada belli bir güven sorunu olduğunu görüyoruz. Onun içinde Rusya’nın çok daha dengeli bir Suriye politikası teklif ettiğini ben düşünüyorum. Kürtlerle bir çözüm bulunmasını teşvik ettiğini anlıyoruz. En azından bunu açıkça ifade eden tek liderlik Rusya.
ABD’nin nasıl bir planı var?
ABD, İngiltere, Fransa’nın Suriye saldırısını “göstermelik”, “sınırlı” ve “danışıklı” olarak değerlendirenler var. Siz nasıl bakıyorsunuz ve yeni bir saldırı olasılığı var mı?
Saldırının “göstermelik” ve “danışıklı dövüş” niteliğinde değerlendiren yazar ve araştırmacılar oldu. Ben bunu daha büyük bir saldırı zincirinin halkası olarak görüyorum. Bu saldırının devam edeceğini düşünüyorum. Buna dair nedenlerim var.
Nedir bunlar?
Bundan bir yıl önce ABD’nin Şayrat Hava Üssü’ne yaptığı saldırının göstermelik olduğunu ben de ileri sürdüm. Çünkü Trump iç politikada ne zaman sıkışsa, dışarıya, Rusya ile çok sert olmayacak bir saldırı hamlesi yapıyordu. O zaman ben de böyle bir yorum yaptım. Ama şimdi yeni bir şey var ve o nedenle devam edeceğini söylüyorum. O şey şu; ABD ile Rusya’nın 2015 Eylül’ünden itibaren, Obama döneminin sonundan itibaren, Rusya’nın hava harekatına başlaması ile birlikte bir tür zımni anlaşma vardı. Bu da Suriye’de bir güç paylaşımını gerektiriyordu. Fakat bu güç paylaşımı konusunda Şam, Rusya ve İran ölçüyü biraz kaçırmış görünüyor ABD açısından. ABD, Şam’ın bu kadar hakim olmasını istemiyor. Şam henüz ülkenin tamamına hakim olmuş değil ama önemli bir noktaya doğru ilerliyor. Dolayısıyla bundan sonra saldırı beklentim tamda bu nedenle. Yani kurucu bir hamle yapamayacak olsa bile bozucu hamleleri kolayca yapabilir. Bu da düzenli olarak bazen kimyasalı, bazen başka bir şeyi bahane ederek saldırı yapmak şeklinde olacak. Bunlarda Suriye’nin askeri gücünü ve askeri endüstrisini zayıflatacak saldırılardır.
İsrail ve lobisinin özel bir ısrarı var. Bu da bölgede İsrail’le uyumlu olmayan her hangi bir rejimin parçalanması, bölünmesi, güç kaybetmesi, iç sorunlarla uğraşması stratejisidir ki bu açıdan da toparlanacak bir Suriye rejimi istenmez. Bu da ikinci bir faktördür. İran ve Hizbullah’ın güç kazanması İsrail açısından kabul edilecek bir durum değil.
Fransa ve İran’ın rolünü nasıl görüyorsunuz?
Fransa’nın İran hedefleri konusunda biraz hassasiyet taşıdığını görüyoruz. İran kaynakları saldırıdan hemen önce Fransa’nın Hizbullah ve İran hedeflerine yönelik saldırıları engellediğini ima etti. Obama’nın nükleer anlaşması sonrası Fransa İran’dan en çok kontrat alan ülke oldu. Şimdi onun etkilerini görüyoruz. İran’ı doğrudan karşısına almak istemeden ama esas itibari ile ABD ve İngiltere’nin temel fikrini paylaşıyor. Yani, İsrail lobisinin temel fikrini paylaşıyor. Güçlü bir Suriye istemiyor. Bu bakımdan her ne kadar Trump’ın Rusya’yı direk karşısına almak istemediği, Çin’i öncelikli düşman yapmak istediğini bilsek de bu tür hamleleri göstermelik yaptığını biliyoruz ama bunun göstermelik kısmının ötesinde bir gerçekliğini olduğunu, ABD’de Trump’a yönelik “Rusya ile anlaştın. Seni görevden azledebiliriz” baskısı olmasa bile bu kadar İran ve Rusya etkisine Trump’ında müsaade etmeyeceğini tahmin etmek çok zor değil.
Efrin saldırı sonrası ABD başta olmak üzere bölgedeki devletlerin politikasında bir değişiklik oldu mu?
Afrin operasyonu sonrası ABD’nin sahadaki iki önemli gücünden birisi Dera’daki Ürdün ve Suudi Arabistan ile eş güdümlü sahadır. Yani El Nusra ve IŞİD haricindeki cihatçıların bulunduğu sahadır. Bir diğeri de Kuzey’deki SDG. SDG ile ilişkisini de uzun süre bu tonda sürdüremeyeceği gerçekliği çıkıyor karşımıza. Dolayısıyla bu gerçeklikte Afrin ile birlikte gördük ki SDG’li müttefiklerini sahada savunmaması, Membiç’i pazarlık konusu yapması gibi Türkiye’nin yeniden anlaşma tekliflerine kapalı olmaması gibi gelişmeler Suriye’deki dengeyi SDG dışı araçlarla da tahkim etmesi gerektiğine işaret ediyor. SDG dışı araçlar dediğimizde de aklımıza güneydeki koalisyon, Dera hattındaki koalisyon geliyor. Üçüncü olarak da doğrudan kendi askeri hareketleri. Şimdi sahadaki askeri gücünü azaltacağına göre, böyle bir eğilim hala devam ediyor. Bu da vur-kaç ya da kısa süreli belirli hedeflere yönelik kısa süreli askeri saldırıları gerektirir ki, şimdi çok düşük düzeyli bir şey gördük. Doğru, ben bunun devam edeceği kanaatindeyim. Ta ki Cenevre benzeri bir noktaya ABD, AB ülkeleri, bölge üzerinde etkisi olabilecek önemli güçlerin, Rusya, İran Türkiye’nin masa üzerinde belirli bir paylaşıma yaklaşmaları durumunda ancak azalabilir saldırılar. Şu anda bu noktaya oldukça uzağız. Bu saldırılar zincirinin değişik biçimlerde ya tek başına İsrail tarafından ABD icazeti ile yahut ABD, İngiltere, Fransa tarafından saldırı zincirinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Eğer ABD ve Rusya Suriye’yi bölüşme konusunda anlaşmazsa.
Hedef alanın noktaların daha önce boşaltıldığı ya da çok kırsal bölgeler olduğu iddia edildi. Seçilmiş hedefler konusunda ne düşünüyorsunuz?
2015 Ekim’inde, esasen İdlib ve Dera’nın ABD nüfuzunda olduğu, IŞİD’ten boşalacak yerlerin, ABD’nin desteklediği güçler tarafından doldurulacağı şeklinde bir anlaşma vardı.
Göstermelik olması bununla ilgili. Çok kapsamlı bir zayiat vererek, Rusya ile olan dengeyi daha fazla bozmak veya başka bir zafiyete neden olup, öngörülemeyecek şekilde "rejimin" yıkılmasına sebebiyet verecek kadar ileri gitmek istemiyorlar. Dolayısıyla Almanya’nın geri durması, Fransa’nın İran konusundaki hassasiyeti, birçok faktör bir araya geldiğinde, bu aşamada Suriye yönetiminin meşrutiyetini zayıflatacak bir kampanya yaptılar. Ama bununla sınırlı kalmayacaklar. “Neden sınırlı oldu?” sorusunun yanıtı şu aşamada daha sert bir vuruş yapmanın riskleri, artı Rusya ile olan daha kopmamış bağlardır. Hala Rusya ile aslında bir anlaşmaları var. Halep bunun içinde mi, dışında mı konusunda karar vermemiş. 2015 Ekim’inde, esasen İdlib ve Dera’nın ABD nüfuzunda olduğu, IŞİD’ten boşalacak yerlerin, ABD’nin desteklediği güçler tarafından doldurulacağı şeklinde bir anlaşma vardı.
Söz ettiğiniz anlaşmayı biraz açar mısınız?
Yazılı bir anlaşma değil. 2015 Ekim’inde Rus hava harekatının başladığı günden beri, Jonh Kerry ve Lavrov ayda bir defa basın önüne çıkıp, “Prensipteki anlaşmamız devam ediyor” cümlesini eğer on defa tekrarladılarsa bu gerçekten bir anlaşma olduğunu gösteriyor. Ve bunun üzerine bir Cenevre inşa edildi. Fakat anlaşmazlık konuları da az değildi. Zaman içerisinde ABD’nin eğit-donat vb. programlarının işlememesi ve sonunda SDG’ye mecbur kalması gibi, onunda tam sürdürülemeyen bir politika olması, ne Türkiye’den vazgeçebiliyor, ne SDG’siz iş yapabiliyor. Bu denklemler içerisindeki sıkışmışlıkları nedeniyle İran, Rusya ve Şam tarafı elini arttırdı. Bütün bunlar Rusya, İran ve Suriye’nin elini güçlendiren gelişmeler oldu. Burada ABD bir şey yapamadı ama rahatsızlığını da ifade ediyor. Bu nedenler göstermeliğin ötesinde şeyler geliyor. Göstermelik olanın bile sahada bir etkisi var. Sanki IŞİD denen bir şey olmadı. Yine “katil Esad”, “Onunla işbirliği yapan hayvan rejimler” gibi kavramlar çıktı. Esad’da IŞİD yaşanmamış gibi davranmaya başladı. Burada zor bir denklem var.
Bu denklemi Kürtler ile Şam’ın anlaşması çözebilir mi?
Kürtler ile Şam anlaşmazsa bu oyun daha çok devam eder. Bu denge daha çok gidip gelir. Ama Afrin’de gördük ki anlaşmaya hem yakın hem uzaklar. Henüz o sorun. Bu sadece iki aktörü ilgilendirmiyor. İki aktör istese bile kolay bir iş değil. Ama bundan başka da bir seçenek yok. Çünkü Suriye’deki dengelerin üçayağı var. İslamcı muhalefet, Kürtler ve Suriye yönetimi. Bunlardan en az ikisinin çalışması lazım ki minimum bir şey sağlansın. Yönetimin, İslamcılarla Türkiye üzerinden yahut ABD’nin temsil ettiği Suudi Arabistan, Ürdün üzerinden bir ilişki kurması hiç kolay görünmüyor. Tam tersine ilişkiler daha gergin. Buna karşılık bir birinden insan öldürmemek çok büyük bir avantaj. Kürtler ve yönetim aslında cephe ortaklığı yaptılar ama bunu hukukileştiremediler. Onlar hukukileştirirse bunun bir geleceği var. Diğerinin bir geleceği çok zorlama olur. Çünkü sahada artık kimin haklı olup olmadığının da bir önemi yok. Çok insan öldü iki taraftan da. Onun için bir barış sağlansa da kalıcı olması çok zor. Böyle bir durum var.
Saldırı sonrası Rusya’nın "koruyucu rolü yara aldı" iddiasında bulunanlar var. Siz neler söyleyebilirsiniz?
Hayır, diyemeyiz. Çok çocukça bir beklenti olur. Bu saldırıyı bu kadar sınırlı ve “göstermelik” hale getirmenin başarısı bir yere yazılacaksa bu Rusya’ya aittir. Burada Rusya’nın aslında iyi-kötü bir sınırlayıcı rolü olduğunu düşünüyorum. Ama bunun bir sınırı var. ABD gerçekten yıkmak isterse Rusya bunu engelleyemez. Bu imkansız. Rusya böyle bir cesarete, kapasiteye ekonomik, siyasi ve askeri olarak yakın değil. Belki askeri olarak biraz yakın ama ekonomik ve siyasi olarak Rusya bu yükü kaldırabilecek durumda değil. ABD, Rusya’ya dönük yaptırım paketlerini durdu. Bu ne demek, bir tür anlaşma devam ediyor demek. Çünkü bir üst seviyeye gidilebilirdi.
Suriye yönetiminde belirsizlik hakim, Rusların Kürtlerle ilişkileri ne durumda olduğunu veya nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şam yönetimi özellikle Kürtlerin varlığı ve etki sahaları konusunda Arap milliyetçiliğinin sınırlarını aşmakta zorlanıyorlar. Orada bir ideolojik katılık var. Buda Rusya’yı özellikle zorluyor. İran, sahası sınırlandırılmış bir Kürt etnisitesini kısmen tanımaya yatkın.
Rusya Batı’yı sınırlandırıyor ama bu sınırlandırmanın bir sınırı var. Çok da sert bir mukabele yapamaz. Rusya Kürtlerle diyalog sürdürme konusundaki ısrarı, teklifkarlığı, buradan hareket edersek, Şam yönetimi ve İran’a göre aslında Suriye’deki nüfuz sahaları formülüne daha yatkın. İran ve Şam’ı her konuda ikna ettiğini söyleyemeyiz. Bu konuda Rusya aslında pazarlığa daha açık. Görüldüğü üzere Türkiye ile olağanüstü büyük projelere imza atıyor, Suudi Arabistan ile büyük projelere imza atıyor ama yönetimin arkasında askeri olarak kuvvetli şekilde durabiliyor. Bu Rusya… İsrail ile de ilişkilerini sürdürüyor ama Esad ile de kaderini birleştirmiş durumda. Bütün bunlar Rusya’yı daha pazarlığa açık, dengeli bir aktör haline getiriyor. Burada esneklik payı daha düşük olan Şam yönetimi. Şam yönetimi özellikle Kürtlerin varlığı ve etki sahaları konusunda Arap milliyetçiliğinin sınırlarını aşmakta zorlanıyorlar. Orada bir ideolojik katılık var. Buda Rusya’yı özellikle zorluyor. İran, sahası sınırlandırılmış bir Kürt etnisitesini kısmen tanımaya yatkın. Çünkü Türkiye üzerinde bir basınç oluşturmasını da istiyor gibi görünüyor. En azından buna o kadar karşı değil. Ancak Rusya prestijini koruyor daha.
Türkiye’nin politikasına gelirsek…
Türkiye yönetimi bir yandan Rusya ile iş yaparken bir yandan da Esad karşıtlığını yükseltmenin işe yarayacağını düşünüyor. Çünkü Batı’da bu formülü almak isteyen epeyce aktör var. Türkiye ısrarla bu politikanın işe yarayacağı inancında. Bunu teklif ediyor ABD’ye, İngiltere ve Fransa ile diğerlerine “Bu bölgede Sünni Müslümanların hamisi olarak ve sizin bu bölgedeki planlarını uygulayacak müttefikiniz olarak Türkiye’yi seçmeniz durumunda sizinle mükemmel uyumlu çalışabilirim. Ama SDG’yi ve başka aktörleri tercih etmeyin. Rusya ile de benim bir dengem var, onlarda eğer bu sahada muhalif Sünni sahanın bir hamisi olacaksa beni tercih ediyor” diyor. Dolayısıyla bu Türkiye’nin elini çok güçlendiriyor. Türkiye giderek daha güçlü pazarlık yapabilecek bir konuma geliyor. Bu nasıl sonuçlanır, sadece Suriye ile ilgili değil, daha başka. Türkiye’deki yönetim ile Batılı merkezlerin arasında ki uyumsuzluklarla çok daha ilgili bir konu. Ankara’nın lehine sonuçlanması için daha fazla olasılık beliriyor Afrin ve devamında. Bu bakımdan Afrin’de farklı gelişmeler olur mu, derseniz radikal bir değişiklik beklemiyorum. Afrin’in Azez’den farkı bu sahanın çok büyük bir bölümünün Kürtlerden oluşması. Dolayısıyla burada düzeni sağlamak ve kabul edilebilir bir yönetim oluşturmak çok zor Türkiye açısından. Ancak geniş kesimlerin rızasına dayanmayan bir yerel yönetim orada kurulabilir ki, buda orada güvenliği ve refahı sağlayamaz. Dolayısıyla Türkiye kendi Kürt sorununun sahasını genişletmiş olur Afrin’i elinde tutmak suretiyle. Öte yandan hem Rusya ile hem Batı ile olan ilişkilerinde pazarlık gücünü arttıran bir tutulma noktası olduğunu söyleyebiliriz.
Rusya nasıl bir Türkiye istiyor?
Gerek Rus, gerek Türk taraflarının açıklamaları yeterince durumu yansıtıyor. Belirli bir işbirliği içinde olduklarını ama her konuda anlaşamamış olduklarını da herkesçe bilindiğini söylediler. Belli konularda işbirliği yapıyorlar, Suriye savaşında iki gücün ayrı taraflarda olduğu dönemlerde de bu ilişki vardı, Astana’da partner olduklarında da var. Türkiye’deki bu ilişkinin karakterine ilişkin Macron’unda belki yanıldığı nokta şu; Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkisi Rusya’nın kanatlarının altına girmiş bir Türkiye değildir. Türkiye, Rusya’ya onun en fazla bekleyeceği şey olan, daha fazlası mümkün değil, Batı ile Rusya arasındaki gerilimlerde tarafsız konumda kalmak. Sovyet politikası da buydu. Sovyetlerde Türkiye’nin Sovyetlere geçmeyeceğini biliyordu ama daha dengeli siyasete geçmelerini beklediler 1945’ten sonra. Bu hala devam ediyor. Şu an Putin yönetiminin bütün arzusu NATO’dan çıkmayacaksa bile NATO’nun her politikasına katılan, özellikle Karadeniz güvenlik politikaları çerçevesinde, Batı’nın piyonu gibi davranmayan bir Türkiye istiyor. Bu noktaya da yaklaştılar. Bu noktada Türkiye ile Rusya’nın daha uyumlu bir hale geldiğini biliyoruz. Buda Rus dış politikası açısından önemli bir kazanım. Türkiye açısından önemli kazanımlar var; hem ekonomik hem de Batı ile her sorun yaşadıklarında, geçmiş yıllarda olduğu gibi dönüp “çaresiz değilim. Rusya var, Çin var ve İslam dünyası var” diyebileceği bir sahaya çekilebiliyor. Bu iki tarafında kendi açılarından göreceli olarak kazançları olan bir politika.
Saldırıda Türkiye’ye "tarafını belirle" mesajı var mı?
Daha fazla zorluyor. Fakat taraflar henüz oturmadığı için öncelikle bu Nusra meselesi çözülmesi lazım. Türkiye zaman kazanmaya ve gücünü arttırmaya çalışıyor. ABD ve Rusya arasındaki boşluklardan yararlanmak suretiyle bir zemin ilerletiyor. Bu da zaman kazanma sürecini ilerlettiğini gösteriyor. Ama sonuç olarak bunun bir sınırı var. Türkiye’yi bir tercihe itiyor. Türkiye bugüne kadar bölgedeki varlığını, özellikle İran’daki devrimden sonra bu güçlü ordu dediğimiz şey esasen bir NATO armağanıdır. Bizim üniversitelerimizin yüksek teknolojik buluşları ile geliştirmiş olduğu silah sistemi falan değil. Bu NATO gücü hem siyasal, hem iktisadi hem de askeri destek neticesinde elde edilmiş olan bu güç artık bir tehdit altında. Çünkü bir yandan da Batı ile uyumlu politikalar sürdürebilen bir hükümet yok ya da Batı ile sorunlar katlanarak devam ediyor. Bu da Türkiye’yi bir tercihe zorlayacak, Batı mı Rusya’mı konusunda.
Bir ara konum olabilir mi?
Türkiye NATO’nun her dediğini yapan bir ülke ile Rusya’nın himayesine girmiş bir ülke seçenekleri arasında kalmayacak. Bu daha çok konsolide edilmiş bir ara konum olabilir. Bunun da kendine göre kazançları ve riskleri var. Bunu çok iyi düşünüp, sadece askeri olarak değil, ekonomik olarak da sürdürebilir bir politika haline getirmek lazım. Ben öyle bir stratejik akıl görmüyorum. Şu anda zaman kazanma ve taraflar arasında birini diğerine karşı bir ağırlık merkezi olarak kullanma siyaseti görüyorum. Oturmuş bir akıl yok.
Daha çok zikzaklar var. Bu zikzakların sonuna geliyoruz. Türkiye zikzaklarla bir güç kazanma yoluna girmiştir ama aynı zamanda sonuna gelinmiş bir politikadır.
Rusya ile ABD’nin anlaşma ihtimali nedir?
Suriye’deki Hama, Humus ve Lazkiye’yi kontrol altına aldığı sürece Rusya’nın Suriye’yi paylaşmak ve paylaşılan bir tarafın Türkiye tarafından doldurulmasına stratejik bir tepki göstereceğini düşünmüyorum. Rusya parça ile gidiyor. Zaten kapasitesi de bu. Kriz yönetme politikası bu. Her yerde de bunu yapıyor. Ukrayna’yı bile paylaşmış yani. Rusya içinde güvenilmez bir aktör olduğunu da görüyoruz. Rus basını ABD saldırısını birinci sayfasından gördü. “Türkiye, ABD-Fransa ve İngiltere ile birlikte” şeklinde. Burada belli bir güven sorunu olduğunu görüyoruz. Onun içinde Rusya’nın çok daha dengeli bir Suriye politikası teklif ettiğini ben düşünüyorum. Kürtlerle bir çözüm bulunmasını teşvik ettiğini anlıyoruz. En azından bunu açıkça ifade eden tek liderlik Rusya.
ABD’nin nasıl bir planı var?
İşi bozan şey, ABD’nin bir planı yok. ABD’nin sadece negatif planları var. Negatif planlar şunlar; İsrail’in güvenliğine zarar gelmesin. Enerji güvenliğinde her hangi bir aksama yaşanmasın dünya piyasaları açısından. Son olarak ise büyük silah anlaşmaları yapmak. Bu olduğu sürece Suriye nasıl çözülecek, Kürt sorunu nasıl çözülecek, bunlara daha düzenleyici bir planla yaklaşmıyor ABD. ABD’nin bir yapıcı, pozitif planı yok, yıkıcı planı var. Durum görüldüğü gibi. Denklemin kendisi çok karışık, içinden çıkmak çok zor.
Yakın süreçte bir Cenevre bekliyor musunuz?
Böyle gittiği sürece bir Cenevre gerçekçi değil. ABD açısından Kürtler denklemde yok. O masaya oturulsa da kalıcı bir formül çıkar mı, bu çok zor. Ama asgari bir müzakere için bile oturulacak bir Cenevre görülmüyor. Yapılacak olan bir Cenevre’de bir gün sonra iptal olur. Birkaç defa yapılamadı son dönemde. Masada ABD’nin arkasında duracağı bir takım aktörler olmalı ki bir müzakere masası çalışabilsin.
Kriz bitecek gibi görünmüyor…
Bu tür saldırılardan iki tane daha olursa, hele İsrail, örneğin Hizbullah mevzilerine saldırmaya başlarsa, biz bunları konuşurken Güney Lübnan’da bir savaş çıkarsa, bu kuvvetli olasılık. Bence sıradaki kuvvetli olasılık bu. Lübnan’ı da kapsayacak genişlikte bir İsrail, Hizbullah ve İran çatışması… Bunun dünya kamuoyuna, Suriye’ye nasıl yansıyacağını bir tahmin edelim. Burada Kürt hareketi pozisyon değiştirip İran ile de çatışmaya başlarsa, o konuda iki tarafında temkinli olduğunu görüyorum. Ama bütün bunlar çarşıyı yeniden karıştırır, aktörleri yeniden belirlemeyi gerektirir.
ABD Ak Parti Beşar Esad Cenevre El Nusra Fransa Hizbullah IŞİD İngiltere İran John Kerry Kürdistan Kürt MHP Rusya SDG Sergey Lavrov Suriye Türkiye